31 Ekim 2014 Cuma

BAŞLARKEN

Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım. Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.

       Türkçe'ye çevrilirken meydana gelen anlam sapmalarından korunmak ve mümkün olduğunca gerçek manaya en yakın olanı tesbit etmek için, önemli kelimeleri tahlil ederek başlamakta fayda var.

• Küfür: Kelimenin Kuran'da geçtiği yerlere baktığımızda "örtmek, bildiği halde gizlemek, görmezden gelmek, göz ardı etmek, dikkate almamak, bilip de uygulamamak" gibi anlamlara geldiğini görürüz. Mesela Nisa Suresi 31. ayette diyor ki; "Eğer yasaklandığınız şeylerin büyüklerinden kaçınırsanız, kötülüklerinizi örteriz." Bu ayetteki örtme filli, "nukeffir" olarak geçmiş. Aynı şekilde birçok ayette günahları örtme derken "kefera" fiili kullanılır. Fakat meallerde küfür fiili çevrilirken "inkar" olarak çevrilir. İnkar kelimesi zaten Arapça ve "yunkir" olarak geçen yerler var. Küfür fiilini inkar olarak çevirince çoğu ayette anlam sapması yaşanmakta. "Biz inkar etmediğimize göre bu ayetin muhatabı değiliz. O ayetler Hristiyanlar'a veya Yahudiler'e gelmiş." mantığı işlemekte.
• İman: İman etme fiili, "güvenme, kendini onunla güvende hissetme" manalarına gelmekte. Bu fiili "inanmak" olarak çevirince çoğu ayette anlam sapması yaşanmakta. Kelimeyi oluşturan "elif-mim-nun" harfleriyle oluşan diğer bütün kelimelere güvenlik manası veriliyor, fakat iman kelimesine "inanmak" manası veriliyor. Mesela; emniyet kuvvetleri, güvenlik kuvvetleridir. Emanet mal, güvenlik altındaki maldır. Yusuf suresi 64. ayette Yakub as. kendinden Bünyamin'i isteyen evlatlarına, geçmişte Yusuf'a yaptıklarından dolayı diyor ki; "Hel amenukum-size güvenir miyim?" Ayrıca Kuran'da iman artmasından bahsedilmekte. Bir şeye ya inanırsın ya inanmazsın. İnanç artması olmuyor. Fakat güven artması dediğimiz zaman konu tam anlaşılıyor. Tam güvenmek ve teslim olmak var, belli şartlarda güvenmek ve teslim olmak var. Sonuç olarak; küfür ile iman kelimelerindeki anlam tahrifatının neticesi olarak şu mantık ortaya çıkmış; "İnkar etmedikten ve inandıktan sonra her türlü pisliği yapsan da, biraz yanmakla ve şefaat görmekle cennete girersin." Kuran ruhuna tamamen aykırı bir söylem.
• Veli: Bu kelime çevrilirken "dost" olarak çevrilmekte. Fakat "arka çıkan, gözeten, yanında olan" manasına gelmekte. Aynı kökten gelen tevella kelimesi "sırt dönmek, arkasını dönmek, yüz çevirmek" manasına gelir. Veli veya vali kelimesinde "arka arkaya gelen, takipçi" anlamı da vardır. Veliaht; "Ahitleşilmiş, sözleşilmiş veli" manasına gelir ve padişahların arkasından gelecek olanlara denir. Allah bazı kelimeleri anlayabilmemiz için dünyadakilere bu isimleri vermiştir. Ana-babalarımıza da veli denir ki onlar bizi her türlü kötülükten korumaya ve her türlü iyiliği bizim için sağlamaya çalışırlar. Kelimeye "dost" dediğimiz zaman anlam kaybı oluyor. İki denk kişinin sırdaşlık derecesindeki samimi ilişkisine dostluk denir.
• Zulüm: Bir kelimeyi en iyi anlamanın yolu, zıddına bakmaktır. Zulüm kelimesinin zıddı adalettir. Eş anlamlısı ise haksızlık, adaletsizliktir. Adaletin olmadığı her yerde zulüm vardır.
• Tağut: Haddi aşmak, azgınlık etmek manasına gelir. Allah'a ait olan özellikleri kendisinde vehmetmek diyebiliriz. Meallerde genelleyip şeytan olarak çevirirler. Kişi olsun, devlet olsun haddi aşan tağuttur. Bakara Suresi 257. ayet: "Allah iman edenlerin(Allah'a güvenenlerin) velisidir(gözeteni), onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kafirlerin(bu hakikati göz ardı edenlerin) velileri(gözetenleri) tağuttur(haddi aşan kişi veya kuruluşlardır), onları aydınlıktan karanlıklara çıkarırlar." Bu ayetin şu şekilde çevrildiği görülebilir: "Allah inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkar edenlerin dostu ise şeytandır, onları aydınlıktan karanlıklara çıkarır."
• Tevbe: Tevbe kelimesi ile istiğfar kelimesi arasında fark vardır. İstiğfar etmek, günahının ardından bağışlanma dilemektir. Özür dilemek gibi. Tevbe etmek ise, yönelmek demektir. Hayatının gidişatını değiştirmek, geçmişe sünger çekmek diyebiliriz. Kişi tevbe ettikten sonra, işlediği küçük günahlar için istiğfar eder. Fakat tevbe insanın hayatında sürekli yapacağı bir fiil değildir. Tevbe fiilini Allah "Yönelene ben de yönelirim." manasında, kendisi için de kullanmıştır. Fakat istiğfar sadece kullara mahsus bir fiildir.
• Dilemek: Kuran'da "men yeşa" formuyla gelen ifadelere "dilediğine" manası vererek başta hidayet olmak üzere çoğu meselede seçimi Allah'ın yaptığı, irade sahibinin Allah olduğu sonucunu çıkarırlar. Fakat bu ibareyi "kim dilerse" olarak çevirmek mümkün. Bu çeviri, dünya hayatının imtihan amacına da uygun. Aksi şekilde çeviri sonucu kadercilik anlayışı yerleşmiş. Her şeyi dileyen tabi ki Allah'tır ama imtihan gereği kullarına cüzi irade vererek muhayyer bırakıp, "hayırlı olanı dilemelerini" dilemiştir.
• İbtiğa etmek: "Aramak, çalışmak çabalamak" değil, "dilemek, istemek" anlamı taşır.
• Ehli kitap: Ehli kitap ifadesinden, sadece önceki kitapları benimseyenleri değil, gelen tüm kitaplara muhatap olanları, yani kitabı okuyan, kabul eden ama gereğini uygulamayanları anlıyorum.
• İbadet: Sadece namaz, oruç vs. gibi (kelime kulağıma hoş gelmese de kullanmak zorundayım) tapınma faaliyetlerini ifade etmiyor. Hayatımızı neye göre düzenliyorsak, kimin kurallarına uyuyorsak, hayatımızı şekillendiren sebepler neyse onlara kulluk ediyoruz. Bu ve birçok ayette sadece Allah'a kulluk etmemiz, yani hayatımızı Allah'ın emirlerine göre düzenlememiz isteniyor.
• Şirk: Yaşadığımız toplum şirk kavramını kendinden öyle uzak görüyor ki, sanki Mekke müşriklerine has bir davranış ve putların kırılması ile şirk de sona ermiş. Şirk kelimesinin Türkçesi "ortaklık". Allah'ın kendisine has kıldığı özellikleri insanın kendisinde veya başkasında görmesi şirktir. Kuran'da şirkin tarifini ararsak, Kehf Suresi'ndeki iki bahçe sahibi ve Kasas Suresi'ndeki Karun kıssalarında buluruz. Her iki kıssadaki dünyalık sahibi insanlar şunu demekte: "Bunlar bana bendeki bir ilim sayesinde verildi. Bunun ebediyen batacağını sanmıyorum. Kıyamet kopsa bile orda daha iyisini bulurum. Mal olarak da nüfuz olarak da daha güçlüyüm." İki bahçe sahibi adamın arkadaşı cevaben şöyle diyor: "O Allah benim rabbimdir ve rabbime hiç bir şeyi şirk koşmam. Bağına girdiğinde 'Allah'ın dilediği şey(maşaallah), kuvvet ancak Allah ile birlikte vardır(la kuvvete illâ billah)' demeli değil miydin?" İşte Kuran'da şirkin en açık tarifi budur. Günümüzde de hiç uzak ve yabancı olmadığımız bir zihniyet değil mi?
• Takva: Kelimenin kökü "korunma" manası taşır. Allah'ın azabından korunma, O'na karşı dikkatli davranma gibi. Meallerde genelde "korkma" manası verilmektedir. Bu mananın karşılığı "haşyet"dir.
• Zikir: Hatırlamak veya hatırda tutmak anlamına gelir. "zekkir" şeklinde geldiğinde, "hatırlat" emri verilmiş olur.
• Maruf: Kelimenin tam Türkçe karşılığı "bilinen"dir. Genel kabul görmüş, herkes tarafından bilinen, üzerinde ihtilaf olmayan gibi manalar verilebilir. Genel manası böyleyken, özel manaya hapsedip, "iyilik" olarak çevirirler. İyilik göreceli bir kavram olduğundan, bu çevirinin bazı sakıncaları ortaya çıkabiliyor. "Emri bil maruf, nehyi anil munker" ifadesini "İyiliği emret, kötülüğü yasakla." olarak çevirince, insanlar yetkileri olmadığı halde, kendilerince iyi olduğunu düşündükleri şeyleri emretmeye, kötü olduğunu düşündükleri şeyleri de yasaklamaya kalkışıyorlar.
• Munker: Kelimenin kökü "nekra"dır. Tam karşılığı "bilinmeyen"dir. Bunu da "kötülük" olarak çevirirler. Yusuf Suresi 58. ayette, Hicr Suresi 62. ayette ve Zariyat Suresi 25. ayette munker kelimesi, "bilinmeyen, yabancı" anlamında kullanılmıştır. "Nehyi anil munker" bilmediğimizden nehyetmeyi belirtir. İsra Suresi 36. ayet bilmediğimizin peşine düşmememizi emreder: "Bilmediğin şeyin peşine düşme. Muhakkak ki işitme, görme ve idrak bundan mesuldür."
• Emri bil maruf, nehyi anil munker: Bu ifadede emretme ve yasaklama ifadeleri bulunmakta. "Bilineni emret, bilinmeyeni yasakla." Bir şeyi emretmek ve yasaklamak için yetkili otorite olmak gerek. Yoksa dinde zorlama olmadığı için, tepki ile karşılaşılabilir. Bunun haricindekiler tavsiyeden öte geçmez. Tavsiye ile emir-yasak ayrı şeylerdir. Kuran'ın emirlerini telakki ederken, bireysel mi yoksa toplumsal mı olduğuna iyi dikkat etmek gerekir. Topluluğa gelen emirleri bireysel idrak etmek, sakıncalı durumlara sebep olabilir.
• Kader: Manası en çok karıştırılan kelimelerden birisidir. Alın yazısı ile karıştırılır. Kader, ölçü demektir. Birisinden bir şey isterken "Bir miktar ver." deriz. Bu kelime de kader kelimesinden türemiştir ve ölçü manasına gelir. "Muhakkak ki her şeyi bir ölçü ile yarattık." Kamer Suresi 49. ayet. Allah her şeye bir ölçü koymuştur. Mesela; iyiler cennete gider, kötüler cehenneme. Ahiret için çalışan ahireti elde eder, dünya için çalışan dünyayı. Bunlar gibi ölçüler koymuştur Allah ve kullarının bu ölçülere riayet etmelerini dilemiştir. Allah'ın koyduğu bu ölçüler yine Allah'ın dilemesi ile değişebilir veya geçersiz hale gelebilir. Nitekim sebep-sonuç ilişkisine göre İbrahim as. ateşe atıldığında yanması gerekiyordu ama ateş ona serinlik oldu. Bu ölçüler müminlerin aleyhine olduğu zamanlarda Allah bunları geçersiz hale getirir. Ölçülere ve sebep sonuç ilişkisine değil bunları koyan ve gerekirse geçersiz hale getiren Allah'a tapmak gerekir.
• Sapıklık: Kuran'da birçok yerde geçen "dalle" fiili genelde "saptırmak" olarak çevrilir ve "Allah'ın saptırması" manası verilir. Oysa Allah kulunu saptırmaz. Hiçbir saptırıcıyı da yardımcı edinmez. (Kehf Suresi 51. ayet) Allah, kullarına verdiği cüzi irade neticesinde sapıklığı benimseyen kullarını sapıklıkta terk eder. "Allah'ın saptırdığı" değil, "Allah'ın sapıklıkta terk ettiği" şeklinde olması gerekir. Bu tip yanlışlıklardan dolayı kaderci anlayış yerleşmektedir.
• Tevil: Genelde, ayetlere yorum getirme olarak bilinir. Kelime "evvel" kelimesi ile aynı kökten türemiştir. "Önce, ilk" manaları taşır. Meal kelimesi de aynı kökten türemiştir. İşin aslına ulaşma, ilk haline döndürme diyebiliriz.
• Salat/Namaz ve Namazın Kazası: Namaz kelimesi Farsça olup Kuran'da "salât" olarak geçer. Salat kelimesi Kuran'da farklı şekillerde kullanılır. Kelimeye son dönemde "destek olma" manası verilmekte. Bu görüşü incelediğimde zorlama kıyaslarla bu kanıya vardıklarını görüyorum. Arap ülkelerinde, İngilizcedeki telekomünikasyon ve Türkçedeki iletişim kelimelerinin Arapça karşılığı olarak ittisâlât kelimesi kullanılmakta. Yani kelimenin kökünde: "Bağlantı, iletişime geçme" manaları olduğunu düşünüyorum. Bu mana, içi boş bir ritüel halindeki ibadetlerin içini doldurma adına da makul geliyor. Ayrıca kaza etme fiilinin manası, namazı zamanında değil de başka zaman yerine getirme olarak tahrifata uğramış ve zıddı olarak da eda etme fiili koyulmuş. Yukarıdaki ayette ve başka ayetlerde olduğu gibi kaza etme fiili zamanında yerine getirmektir. Vaktinde kılınmayan namazın ilerideki zamanlarda kılınması Kuran'da olmayan ve sonradan yürürlüğe konulmuş bir eylemdir yani bidattir. Namaz müminlere vakitli olarak yazıldığına göre, vakit geçince namazın kılınma ihtimali de geçmiş demektir. Bununla beraber namazın kılınacağı vakitler konusunun da tekrar gözden geçirilmesi gerekir. Öğle ile ikindi ve akşam ile yatsı namazlarının vakitlerinin bir olduğu yani Kuran'dan 3 vakit namaz çıktığı görüşü vardır.
• Dua: Kuran meallerinde Allah'tan başkası ile ilgili gelen dua fiiline anlam verilirken, genelde tapmak, ibadet etmek vs. gibi anlamlar verilmekte. Dua kelimesinin Türkçe karşılığı "çağrı"dır. Dua etme fiilini yardıma çağırma olarak anlıyorum. "Muhakkak ki Allah'tan başka sadece inâsı ve inatçı şeytanı yardıma çağırıyorlar." Nisa Suresi 117.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder